KÖTÜLÜK PROBLEMİ

Cennet Vaadi ve Adaletin Ertelenmesi: Bir Teselli mi, Bir Tuzak mı?

Tarih boyunca insanlığın en büyük arayışlarından biri adalettir. İnsanoğlu, yaşadığı acıların, gördüğü haksızlıkların ve maruz kaldığı zulmün bir anlamı, bir karşılığı olması gerektiğine inanmak ister. Ancak ne zaman ki bu dünya adaletsizliğin hâkim olduğu bir düzene teslim edilir, işte o zaman adaletin yeri gökyüzüne taşınır; ötelenir.

Bu yazıda, özellikle cennet ve öte dünya vaatlerinin, bu dünyadaki adaletsizlikleri nasıl meşrulaştıran bir araç hâline geldiğini; nasıl olup da sorgulamak yerine sabretmeyi kutsallaştırdığını felsefî bir bakışla tartışmak istiyorum.




1. Cennet: Gerçekten Bir Umut mu, Yoksa Teslimiyetin Kılıfı mı?

Cennet, çoğu zaman acı çekenlere sunulan bir tesellidir. Ama bu teselli, sadece bireysel bir umut değil, toplumsal bir kontrol mekanizması olarak da işler.
Eğer bir insana, çektiği çilenin bir gün ödüllendirileceği söylenirse, o kişi içinde bulunduğu şartları değiştirmeye çalışmak yerine, bu düzene sabretmeyi seçebilir.

Tam da bu yüzden, cennet vaadi, özellikle bu dünyada cehennemi yaşayanlar için bir kaçış değil, bir zincir hâline gelebilir.

Bu durumun tarihsel ve felsefî karşılığını Karl Marx, net bir şekilde dile getirir:

> “Din, halkın afyonudur.”



Bu söz sadece dini değil, dini vaatlerin sosyal işlevini de hedef alır. Afyon, acıyı dindiren ama iyileştirmeyen bir maddedir. Cennet de bu anlamda, acıya anlam yükleyen ama acının kaynağını sorgulatmayan bir ideolojik araç olabilir.


---

2. Öte Dünya: Adaletin Geciktirilmesi mi, Engellenmesi mi?

Cennet ve cehennem gibi öte dünya anlatıları, çoğu zaman bu dünyadaki adaletsizlikleri meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Çünkü bu anlatılar, adaletin şimdi ve burada değil, daha sonra ve başka bir yerde gerçekleşeceğini vaat eder.

Ancak felsefî açıdan şu soru kaçınılmazdır:

> Ertelenmiş adalet, adalet midir?



Eğer yoksul, zenginin yakasına bu dünyada yapışmazsa, eğer ezilen, ezenin karşısına bu dünyada çıkmazsa, öteki dünyanın “hesap günü” sadece bir oyalama stratejisi hâline gelir. Bu durumda cennet, zalimin elinde bir silaha dönüşür; sabır, direnmenin karşıtı olur.


---

3. Kötülük Problemi ve ‘İmtihan+Cennet’ Formülünün İflası

Dünyada kötülüğün varlığı, teistik inanç sistemlerinin karşılaştığı en büyük felsefî sorunlardan biridir. Ve bu probleme sıklıkla verilen cevap şudur:

> “Bu dünya bir imtihandır, sabredenler cennette ödüllendirilecektir.”



Ancak bu cevap, çoğu zaman kötülüğe maruz kalmamış, onu dışarıdan teorik olarak yorumlayan kişilerce dile getirilir. Gerçek kötülüğe tanık olan bir insan ise bilir ki:

> Yaşanmış acıların telafisi soyut vaatlerle mümkün değildir.



Cehennem gibi bir acıyı yaşayan biri için cennet bir “ödül” değil, boş bir avuntu olabilir. Çünkü yaşantının hakikati, teorik vaadin önüne geçer.
Bu yüzden şöyle demek yerinde olacaktır:

> Kötülük problemine “imtihan+cennet” cevabını veren kişi, büyük ihtimalle o kötülüğe bizzat maruz kalmamıştır. Bu, 2+2=4 kadar kesindir.




---

Sonuç: Teselli Değil, Sorumluluk

Cennet, inanan biri için umut olabilir. Ancak toplumsal bir bağlamda, cennet vaadinin adaleti erteleyen, sorgulamayı bastıran, zalimle mazlumu uzlaştırmaya çalışan bir işleve sahip olduğunu görmek gerekir.

Felsefe bize şunu öğretir:

> Hakikat, acı da olsa doğrudan yüzleşmeyi; adalet, şimdi ve burada talep etmeyi gerektirir.



Bu dünyada cehennemi yaşayanların, bu dünyada adaleti talep etme hakkı vardır. Onlara susmaları için cennet vaat etmek, sadece ahireti değil, bu dünyayı da kirletmektir.


Gerçek acının bilgisi teorik değildir; doğrudan yaşantısaldır. Acıya maruz kalan birey, deneyimlediği adaletsizliğin hiçbir simgesel veya metafizik vaatle telafi edilemeyeceğini idrak eder. Çünkü yaşanan acı, bedenin ve bilincin ortak çığlığıdır; dolayısıyla herhangi bir “gelecek vaat” bu çığlığı dindiremez, yalnızca sessizliğe mahkûm etmeye çalışır.

Bu nedenle, öte dünya merkezli cennet vaatleri, gerçek acıyı yaşamış birey için inandırıcılığını yitirir. O kişi bilir ki, yaşanmış bir zulmün bedelinin ertelenmiş bir adalet ile telafisi mümkün değildir. Adalet, ancak bu dünyada, bu zamanın içinde ve bu maddi gerçeklikte gerçekleştiği sürece anlamlıdır.

Zira ertelenmiş adalet, sadece tahakkümün ahlaki kılıfıdır. Gerçek acının bilgisine sahip olan kişi, bu kılıfı yırtar ve “sabır” ile meşrulaştırılmaya çalışılan haksızlığı teşhir eder. Böylece cennet vaadi, onun gözünde bir anlam değil, bir yanılsama halini alır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BEN KİMİM "VENDİPPOS"

Varoluş